Cardiff’te Türkiye’nin liderlik maçı
Maç öncesi 'Kerem ve Barış arkaya koşacak' dedi, koştular. 'Samet’e güveniyorum' dedi, takımın direği oldu. Tarihin en iyi savunma oyunlarından birini izledik. Montella mı sihirbaz, yoksa bazen her şey iyi mi denk geliyor? Göreceğiz.
Herkesin merak ettiği şu: Gerçekten bir sihirli değneği var mı Montella’nın? Hırvatistan maçı öncesi aynen şunları söylüyor: “Benim futbol anlayışımda arkaya koşu atan iyi futbolcular çok önemli. Kerem ve Barış’ın bu özellikleri var. O yüzden böyle bir taktik olacak. Amacımız Hırvatistan’a hızımızla zor anlar yaşatmak.” Golü ve pozisyonları tarif ediyor gibi değil mi? İlk maçtan böyle bir dokunuş mümkün mü? Bu kadar mı iyi tanıyor hem rakibi hem bizi? Sihir mi bu?
Tanıl Bora’yla bir kitap/belgesel hayalimiz vardı. Futbol gelenekleri üzerinden Türkiye’deki şehirlerle Avrupa’nın önde gelen şehirlerini eşleyecek ve hem futbol açısından hem de sosyolojik açıdan benzerliklerin izini sürecektik. Kimle kim eşleşir projenin en zevkli tarafıydı. Trabzon nereye benzer mesela? Ya Eskişehir? Bursa’da bir Marsilya tipi var sanki. Onlardan biri Napoli-Adana eşleşmesiydi. Yemesinden havasına, küfür kıyametinden yoksulluğuna, futbolundan dramına… Sanki aynı topraklar.
Montella’nın Adana’ya bu kadar iyi uyum sağlamasında bu da etkendir mutlaka. Napolitan o. Haliyle büyüdüğü yere de benziyor. Oradan çıkıyor ama orası ondan çıkamıyor. İlk sırrı bu sanırım. Memleket tarihinin en başarılı teknik direktörünün Adanalı olması da bir rastlantı olmasa gerek.
O kadarla, yani havayla, suyla sınırlı da değil. Karşımızda 37 yaşında Serie A’da göreve gelmiş bir teknik direktör var. Futbolculuk zamanında ‘uçak’ diye adlandırılan klasik bir forvetti. Şimdilerde ise oynattığı 4-6-0 sistemi eleştiriliyor. Yani santrforsuz bir dizilim tercih ediyor. Adana Demirspor’dayken de bu eleştiriler geliyordu. “Kanat oyuncuları da forvettir.” deyip çıktı işin içinden. Oysa kendisi bildiğin ‘beleşçi’ gibi bir şeydi.
Bu olur. Oynadığı gibi oynatmayan çok teknik direktör var. Belli ki Montella da onlardan biri. Ama bildiği gibi oynattığı bölümler de var. Milli Takım ne zaman bu kadar iyi (tıpkı İtalya gibi) savunma yaptı, bilemiyoruz. Hakan Çalhanoğlu milli takıma geldiğinden beri hiç bu kadar zekâ dolu oynamış mıydı, emin değiliz. İsmail ve Salih ikilisinin orta sahayı böyle süpürebileceğini öngörmüş müydük? Pek zannetmiyorum. En önemlisi Fenerbahçe’de yedek bekleyen Samet’in bu kadar üst düzey performans göstermesini uman var mıydı? Hiç sanmıyorum. Daha önce olduğuna şahitlik etmediğimiz pek çok şey oldu. Defansta hava toplarını toplama, orta sahada çok iyi basma, bekleri savruk değil akılcı kullanma… Bunlar hep artı yazan şeyler.
Kimdi bilemiyorum, ama milli oyunculardan biri, biraz da Stefan Kuntz dönemini eleştirmek istercesine, “Kendini iyi ifade ediyor, heyecanlı ve bizi de heyecanlandırdı.” dedi onun için. ‘Napolitan’ dediğimiz şey biraz da bu sanırım. Ama takımda bir olumlu hava olduğu da bariz. Böyle olur gerçi. Yeni teknik direktörün ilk maçı hiçbir zaman kriter değildir. Yine de etkilendik ama değil mi?
“Herkesi dinlerim, herkese sorarım, sonunda kararları ben alırım. Seçimler benimse sorumluluk da benim olur.” diyor ilk kez Roma’ya teknik direktör olarak geldiğinde. En az bizdeki kadar çok kafadan ses çıkan bir futbol kültüründe konuşuyor bunları. Sadece bildiğini okuyan ve kimseyi dinlemekten hazzetmeyenler, ders almayıp ders verenler ülkesi için önemli sözler bunlar.
Medyanın pek çok varyantında yere göğe konulamayacak şimdi Montella. İlk maçından böylesine önemli galibiyete imza atmak az şey değil. Medya bozar mı peki onu? Bozmaz gibi duruyor. “Medyada çıkan her şey abartılı. Söz konusu olan sıfatlarsa, hele de övgü doluysa bu sıfatlar, ben çok dikkate almamayı tercih ediyorum” cümlelerini kuran birisi öyle çabuk havaya girmez diye düşünüyorum.
Milan’ın teknik direktör koltuğuna oturduğunda herkesin gözünün içine bakarak “Benden mucize beklemeyin.” diyen birisinden mucize bekliyoruz biz. Bizim abartımız içinde her şey bir mucize. Bu beklentinin farkında olması çok önemli. Ama ta Napoli’den ve Adana’dan getirdiği bir soğukkanlılık var. Golden sonra bile temkinli seviniyor. Mefhum-u muhalifinden çıkardığı, pek oralarda olmayan bir soğukkanlılık olsa gerek. “İki yıldır Türkiye’deyim. Duyguları, kültürü anlıyorum. Bu duygular benim küçükken yaşadığım duygulara benzer. Bana her zaman çocukluğumu hatırlatıyor.” Hepimiz çocukluğumuza dönmek isteriz sonuçta, değil mi?
İlk maçında kazanan bir teknik direktör o. Hem de Hırvatistan gibi bir dünya devini deplasmanda yenerek. Ne kadarı sihir, ne kadarı gerçek, bilinmez. Ama çok işe yaradığı kesin. Ne diyordu bir spiker atasözü: Şimdi Sergen Yalçın düşünsün!